Büyük güçlerin yeniden pozisyon aldığı bir döneme giriyoruz ve bu hareketlilik, Türkiye’nin iç barış arayışını da ister istemez etkiliyor. Suriye’de savaşın sönmeye yüz tutmasıyla beraber herkesin gözü yeni bir denge arayışına kaymış durumda. Bu tabloya bakan Türköne’nin ilk tespiti net: Bölge eski bölge değil, oyun yeni başlıyor.
Bu yeni dönemi belirleyen şey yalnızca diplomatik hesaplar değil. Türköne’ye göre İsrail’in güvenliği üzerinden şekillenen bu “barış hazırlığı”, Türkiye’yi kilit aktör haline getiriyor. Büyük güçler, Suriye’de kalıcı bir düzen kurmanın ancak Türkiye’nin taşıyıcı rolüyle mümkün olacağını düşünüyor. Bu formül Türkleri ve Kürtleri birlikte içine alan, sınırın her iki tarafındaki dengeleri aynı anda tutmaya çalışan bir istikrar arayışı.
Türköne, Ortadoğu’daki bu ortak beklentinin Türkiye’de yeni bir çözüm sürecinin zeminini güçlendirdiğini söylüyor. İçerideki yaraların kapanması ve dışarıdaki düzensizliğin toparlanması için kapıda yeni bir evre olduğunu dile getiriyor.
Peki, bu değişim Türkiye’nin iç siyasetine nasıl yansıyacak? Daha pek çok sorunun cevabını Prof. Dr. Mümtazer Türköne verdi. Gazeteci Melek Barış’ın sorularını içtenlikle yanıtlayan Türköne, hem gündeme dair değerlendirmelerde bulundu hem de Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tablolarını derinlemesine yorumladı.
SYKES-PICOT’UN GÖLGESİNDEN KADER BİRLİĞİNE
Ortadoğu’da bugün yaşanan dönüşüm tarihsel olarak hangi kırılmayla benziyor?
Türköne, Ortadoğu’daki bugünkü süreci anlamak için 1916’ya dönmek gerektiğini söyledi. O yıl, Küt’ül Amare’de Osmanlı ordusunun İngiliz birliklerini kuşatarak esir aldığı noktada başlayan dönemin, aslında Sykes-Picot’la şekillendiğini hatırlattı. O süreci “Biri İngiliz biri Fransız iki subayın bir araya gelip Ortadoğu’ya bir harita çizdiği an” olarak tanımlayan Türköne, bölgede 110 yıldır bu haritanın gölgesinde yaşandığını vurguladı.
2026, ORTADOĞU’DA KADERİN BELİRLENECEĞİ YIL
Bugün ise 2026’nın ciddi bir eşik olacağını belirten Türköne, bölgede yeni bir safhanın başladığını söyledi. Türklerin ve Kürtlerin artık “yekpare bir bütün olarak kendi geleceklerini birlikte tayin etmeye yöneldiğini” ifade eden akademisyen, bu tabloyu özellikle “kader birliği” kavramıyla açıkladı. Ona göre Türklerin ve Kürtlerin kaderi Ortadoğu’da artık birbirinden kopmayacak şekilde bağlanıyor. Türköne, bu yeni dönemin yalnızca Türkiye’nin Güneydoğu’suyla sınırlı olmadığını, Irak ve Suriye Kürtlerini de içine alan geniş bir coğrafyayı kapsadığını belirterek bunun hem Kürtlere ekonomik refah ve güvenlik sağlayacağını hem de Türkiye’ye bölgesel ölçekte güçlü bir konum kazandıracağını söyledi.
BÖLGENİN TEK PATRONU TÜRKİYE
Bölgedeki güç dengeleri hakkında neler söylersiniz, Türkiye’nin rolü nedir?
Türköne, bölgedeki güç dengelerine ilişkin değerlendirmesinde Türkiye’nin bugün sahadaki en belirleyici aktör haline geldiğini söyledi. Ona göre “şu anda bölgenin tek patronu Türkiye” ancak bu konumun temel bir şartı var. Türköne, Türkiye’nin bu gücü ancak Kürtlerle uzlaşmış, ortak bir gelecek tasavvurunda birleşmiş ve gerçek bir kader birliği kurmuş bir yapıyla sürdürebileceğini vurguladı. Gazze’de başlayan sürecin bölgedeki denklemi tamamen değiştirdiğini belirten Türköne, özellikle İran’ın etkisinin zayıflamasıyla Türkiye’nin önünün açıldığını söyledi. Bu fırsatın yalnız Türkiye için değil, “Türkiye’nin Kürtlerle birlikte önü açıldı” diyerek tarif ettiği ortak bir gelecek şansı olduğunu ifade etti. Türköne, bunu “tarihin sürükleyip önümüze getirdiği bir fırsat” olarak nitelendirdi.
KADER BİRLİĞİ ARTIK GERÇEKLEŞECEK
Türkiye’deki sürecin de bu değişimi doğru okuduğunu söyleyen Türköne, uzun süredir iyimser olduğunu ama artık bu iyimserliğin çok daha güçlü bir zemine oturduğunu aktardı. “Gelecekten emin konuşabiliyorum” diyen akademisyen, bu kader birliğinin mutlaka gerçekleşeceğini dile getirdi. Türköne’ye göre bunun sembolik işaretlerinden biri de Nusaybin sınır kapısının açılması. Sınırın açılmasını, bölgenin tamamının giderek birbirine entegre olacağının göstergesi olarak yorumlayan Türköne, bu kez geçen yüzyıldan farklı bir sürecin işlediğini söyledi. Ona göre entegrasyon bu kez “Kürtlerin rızası ve gönüllü katılımı” ile gerçekleşecek ve bu uzlaşma bölgenin geleceğine damga vuracak.
ÖNCEKİ SÜREÇ İÇ POLİTİKAYA TAKILDI
Geçmişteki çözüm girişimleri neden sonuçsuz kaldı?
Türköne, önceki çözüm sürecinin neden başarıya ulaşamadığına dair soruyu yanıtlarken geçmişte yaşananların bugünle kıyaslandığında çok daha sınırlı bir çerçevede yürüdüğünü söyledi. Ona göre önceki girişimler büyük ölçüde Türkiye’nin iç dengelerine, iç politik aktörlerin hesaplarına ve iktidar mücadelesine bağlıydı. Bu nedenle süreç, daha başlamadan siyasal çekişmelerin gölgesinde kalıyordu.
DNKS, PYD, KDP VE KYB UZLAŞMASI YENİ DÖNEMİN TEMEL İŞARETİ
Bugünkü tablonun farklılığını özellikle vurgulayan Türköne, artık yalnızca Türkiye sınırları içinde şekillenen bir meseleyle karşı karşıya olmadığımızı söyledi. “Bu seferki bölgesel dinamiklere bağlı” diyen Türköne, sürecin hem Irak’ı hem Suriye’yi içine alan geniş bir Kürt coğrafyasını kapsadığını belirtti. Bu durumun, farklı Kürt grupları arasındaki uzlaşmaları da zorunlu hale getirdiğini ekledi. Türköne’ye göre DNKS ile PYD’nin, KDP ile KYB’nin uzlaşması ve bu yapıların Türkiye’deki Kürt coğrafyasıyla bütünleşmesi yeni dönemin temel işareti.
BU DEFA BÖLGENİN DİNAMİKLERİ BELİRLEYİCİ
Bu geniş çerçeve içinde ortaya çıkacak toplumsal yükselişi, “adeta baskılardan kurtulmuş ve yukarı doğru fırlayan bir füze” benzetmesiyle tarif eden Türköne, bu defa refaha ve normalleşmeye kapı aralayacak gerçek bir evrenin açıldığını ifade etti. Geçmişte çözüm süreçlerinin “iktidar rekabetinin gölgesinde” yürüdüğünü hatırlatan Türköne, bugün ise tabloyu belirleyen şeyin iç politik aktörlerin iradesi değil, bölgenin kendisinin dayattığı yeni dinamikler olduğunu söyledi. Dış politikadaki bu geniş değişimin Türkiye için “son derece parlak bir fırsat” olduğunu belirterek, bu kez sürecin çok daha güçlü bir zemine oturduğunu dile getirdi.
İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ MERKEZDE, TÜRKİYE BAŞROLDE
Ortadoğu’daki aktörlerin çekişmeleri Türkiye'nin iç barış ihtiyacını nasıl şekillendiriyor?
Ortadoğu’daki aktörlerin çekişmesinin iç barış ihtiyacını nasıl tetiklediğine dair soruya yanıt veren Türköne, bölgenin artık bambaşka bir evreye girdiğini söyledi. Suriye iç savaşının fiilen sona yaklaşmasının, büyük güçlerin tavrını da değiştirdiğini belirtti. Ona göre ABD, İngiltere ve Fransa, uzun süredir ertelenen bir dönem için hazırlık yapıyor. Türköne, “Artık barış ve istikrar dönemi başlatma niyetinde oldukları çok açık” dedi. Bu yaklaşımın merkezinde İsrail’in güvenliğinin olduğunu ifade eden Türköne, bölgede kalıcı bir düzen kurulabilmesi için Türkiye’nin başrolde olduğu bir barış çemberine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Bu çemberin yalnız Türkleri değil, Kürtleri de içine alan bir istikrar mekanizmasına dayanacağını belirtti.
BÖLGEDE BARIŞ VE İSTİKRAR TÜRKİYE İLE MÜMKÜN
Türköne, büyük güçler, Suriye’de güvenliğin sağlanmasının ancak Türkiye’nin ana taşıyıcı olduğu bir modelle mümkün olacağını görüyor. Bu nedenle hem Kürtlerin hem Türklerin hem de Suriye’nin iç dengelerinin istikrarda tutulduğu bir formül üzerinde uzlaşmış görünüyorlar. Bu tablonun altını çizerek Türköne şunu ekledi: Barış ve istikrar sadece Türkiye’nin kendi gayretinin ürünü değil. Bölgenin en güçlü aktörleri de aynı yönde bir beklenti içinde. Onlara göre de bölgede düzenin sağlanması, özellikle İsrail’in güvenliği açısından zorunlu hale geldi. Bu ortak beklenti, barışın hem içeride hem dışarıda daha güçlü bir zemine oturmasını sağlıyor.
YENİ ÇÖZÜM SÜRECİNİN TEMELİ KADER BİRLİĞİ
Yeni çözüm sürecin teorik çerçevesi ne olmalı?
Yeni çözüm sürecinin teorik çerçevesi sorulduğunda Türköne hemen temel bir kavrama dikkat çekti: kader birliği. Kendini “bir Oğuz Türkü” olarak tanımlayan Türköne, Türk dünyasındaki farklı boylardan örnek vererek bu kavramı açıklamaya girişti. İran’da 35 milyon Oğuz kökenli Türk yaşadığını hatırlatıp “onlarla hiçbir kader birliğim yok” Coğrafya, tarih ve ortak yaşam üzerinden gerçek bir gelecek birliği kurulacaksa bunun adresi Kürtlerle kurulan bağ" dedi. Türköne bu noktada, “Benim Kürtlerle ortak bir geleceğim ve kader birliğim var” diyerek yeni sürecin ruhunu tarif etti. Bu birlikteliğin etnik kimliklerin ya da ulus bilincinin çok ötesinde, ortak bir coğrafya ve ortak bir gelecek tasavvuru üzerine kurulduğunu vurguladı.
EŞİTLİK VE GÜVENCE YENİ ORTAK YAŞAMIN TEMELİ
Teorik çerçevenin nasıl şekillenmesi gerektiğine gelirsek, Türköne bunu insan hakları, demokrasi ve hukuk merkezli bir yaklaşım olarak tanımladı. Kürtlerin “onurlu ve eşit vatandaşlar” olarak hem toplumsal hem siyasal düzlemde güvence altında olmalarının sürecin temel şartı olduğunu söyledi. Bu güvenceyi sağlayacak olan şeyin de net bir anayasal çerçeve olduğunu belirtti. Türköne’ye göre beklenti son derece meşru: Eşitlik, saygı ve güvencenin kurumsal hale geldiği yeni bir ortak yaşam zemini.
ASİMİLASYON DEĞİL, GÖNÜLLÜLÜK YENİ ENTEGRASYON MODELİ
Dil, kültür ve kimlik kavramı bu süreçte nasıl ele alınmalı?
Dil, kültür ve kimlik meselesinin yeni süreçte nasıl ele alınması gerektiğine dair soruyu yanıtlayan Türköne, önce kimlik kavramının kişisel bir aidiyet olduğunu hatırlattı. Ona göre kimlik, sahibini ilgilendirir ve herkesin o kimliğin hassasiyetlerine saygı göstermesi gerekir. Bu nedenle ana dilin korunması, kültürün yaşatılması gibi taleplerin hem devlet hem anayasal düzeyde güvence altına alınması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin geçmişte kimlikler konusunda ciddi sorunlar yaşadığını hatırlatan Türköne, dilin yasaklanması ve Kürtlerin kendilerini asimilasyon baskısı altında hissetmeleri gibi örneklerin bu yaraların kaynağı olduğunu belirtti. Bundan sonraki dönemde asimilasyon değil, rızaya dayalı bir entegrasyon arayışının öne çıkacağını vurguladı. Ona göre entegrasyonun temeli gönüllülüktür ve Kürtlerin kültürel talepleri karşılanırken esas alınması gereken ölçü onların kendi ihtiyaçlarıdır.
YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ KÜRTLERLE DEVLET ARASINDA YÜRÜYOR
Türköne, bu noktada önemli bir ayrım yaptı: Türkiye’de hiçbir zaman Türklerle Kürtler arasında toplumsal bir çatışma olmadığını söyledi. Yaşanan gerginliklerin devletin asimilasyon girişimlerinden kaynaklandığını, Türklerin ise bu süreci dışarıdan izlediğini ifade etti. Bugünkü çözüm arayışının da toplumlar arasında değil, “Kürtlerle devlet arasında” yürüdüğünü söyledi. Bunun Türk toplumu açısından herhangi bir itiraz konusu olmadığını, böyle bir itirazın da beklenmemesi gerektiğini ekledi. Türköne, eşit ve onurlu vatandaşlık talebinin bu ülkenin her yurttaşı için temel bir hak olduğunu, devletin de buna kefil olması gerektiğini vurguladı.
BU KEZ DURUM FARKLI: GELECEK İÇİN HEYECANLIYIM
Türköne, tüm bu gelişmeler karşısında duyduğu heyecan ve umudu da paylaştı. “Son derece iyimserim, umut doluyum. Beni heyecanlandırıyor çünkü böyle bir sorunun çözüldüğü evrede, zaman aralığında yaşamak bile insanı heyecanlandırıyor. Çok ileri şeyler görüyorum” diyerek sürecin önemine dikkat çekti. Geçmiş tecrübeler nedeniyle endişe duyanları anladığını belirten Türköne, ancak bu kez durumun çok farklı olduğunu vurguladı. Ona göre Türkler ve Kürtler, bölgede adeta bir hazinenin üzerinde oturuyor ve “kader birliği” dediği bağın içinde tüm olanaklar mevcut. Bu bağın, hem bölgenin refahını hem de Türkiye’nin bölgesel gücünü garanti altına alacak temel bir zemini temsil ettiğini ifade etti.
Röportaj: Melek Barış