ELEŞTİRİ Mİ, GÖMME Mİ?

ELEŞTİRİ Mİ, GÖMME Mİ?

Birini eleştirirken ne yapmak isteriz aslında? Onu daha iyiye mi taşımak, yanlışını mı göstermek, yoksa kendimizi daha doğru, daha üstün göstermek mi? İşin en can alıcı yeri de tam burası zaten. Eleştiri niyet işidir.

Son yıllarda sosyal medyada, sokakta, hatta arkadaş ortamlarında bile "eleştiri" adı altında yapılan yorumların çoğu, aslında kişisel hınçların, kibirli bakışların ya da egoların kusulduğu bir alan haline geldi. Hani biri bir şey yapar, ardından biri çıkar ve lafı “Ben senin gibi düşünmüyorum çünkü sen zaten…” diye başlatır ya — işte orada eleştiri bitmiş, yerini gömme almıştır.

Eleştiri, bir insanın düşüncesine, davranışına ya da üretimine yönelik yapılan yapıcı değerlendirmedir. Ama eleştiriye başlarken ilk adım, kişinin kendine şu soruyu sorması olmalı: “Ben bu yorumu neden yapıyorum?”

Eğer içinde kıskançlık varsa, öfke varsa, üstünlük taslama arzusu varsa, kusura bakma ama sen eleştirmiyorsun, hırsını çıkarıyorsun.

Gerçek eleştiri, nezaketle başlar. Dilin sivriliği değil, düşüncenin derinliği değerlidir. İyi bir eleştirmen, birinin yanlışında bile onun doğruya yönelebileceği yolu gösterendir. Ama bazıları vardır, lafın en başında kişiyi yerin dibine sokar, sonra üzerine bir iki akıl verirmiş gibi cümle ekler. Oysa ilk darbeyi vurduktan sonra o cümlelerin hiçbir kıymeti kalmaz.

Birini yerden yere vurarak başlayan bir eleştirinin niyeti, düzeltmek değil, ezmektir. Hele ki bunu alenen yapanların çoğu, başkasının düşüşünden bir çeşit zevk alır. Böylece kendi varlığını daha parlak zanneder. Ne acı...

Unutmayalım: Eleştiri, karşımızdakini dönüştürme gücüne sahipse kıymetlidir. Ama onun onurunu yok sayarak yapılan her söz, sadece bir saldırıdır. Sözün gücünü gerçekten bilenler, eleştirirken bile onarıcı olmayı bilir. Çünkü mesele sadece ne söylediğimiz değil, nasıl söylediğimizdir.

Yani mesele eleştiri yapmak değil; eleştirebilmenin zerafetini taşımaktır.

O da her aklı olanın değil, kalbi olanın işidir.