BAYRAMLARIN YARIM KALDIĞI YERDEYİM

BAYRAMLARIN YARIM KALDIĞI YERDEYİM

Kurban Bayramı arefesi…

İnsan bazen bir kelimenin bile göğsüne saplandığını hisseder ya, işte o gün, o kelime “arefe”ydi benim için. Artık takvimdeki bir gün değil sadece; bir kaybın kıyısında, annemin avuç içi kadar sıcak ama o kadar da sessiz bir hatıra.

Herkesin Bayram sabahına erkenden uyanıp yeni kıyafetler giydiği, sevinçle büyüklerinin ellerine sarıldığı o saatlerde… Biz mezarlık yolunda sessizliğe sarılmıştık. Toprak, bu kadar çok konuşabilir miydi bir insana? Bir annenin ardından bu kadar susulabilir miydi?

O sabah öğrendim: Bayram sevinci herkesin sofrasına konuk olmuyormuş. Kimi sofralar eksiliyormuş, kimi kahvaltılar gözyaşıyla yutuluyormuş. Ve bayram, bazı evlere uğramadan geçiyormuş.

O günden beri bayramlar benim için yarım kalan bir şarkı gibi. Ne tam susabiliyorum ne de içimden tam söyleyebiliyorum. Bayram geldiğinde gülümsemek zorunda kaldığım her an, içimde anneme dönük bir mahcubiyet büyüyor. Çünkü o artık bayramlık almıyor, elini öpemiyorum, sesini duyamıyorum. Bayram, annemin yokluğuyla tamamlanan bir eksiklik artık.

Zordur bayram sabahı ağlamak. Zordur herkesin “Bayramın mübarek olsun” dediği yerde yutkunmak, gülümserken kırılmak. Çünkü annemi bayram sabahı toprağa verdim ben. O yüzden bayramlar içimi değil, en çok gözlerimi sızlatır artık.

Ve evet, içimde hep bir buruklukla yaşıyorum bu günleri. Ama bu burukluk da bir nevi bağlılık. Unutamamanın, eksilmenin, sevmenin en derin hali...

O günden sonra hiçbir bayram aynı olmadı. Bayramlar artık bir eksik, bir suskun, bir mahzun. Herkesin neşeyle giyindiği, çocukların sokaklara taştığı sabahlarda ben hep içime çekilirim.

Ve her bayram sabahı içimde bir fısıltı yankılanıyor:

Bayramın cennet olsun anne...

Yine sensiz...

Yine yarım...