Konjonktür, uluslararası çalkantılar, savaşlar, devrimler, güç mücadeleleri, eski dünya düzenini zayıflattı, bozdu ve hatta yerle yeksan etti. Sonuçta yeni bir paradigmayla yenidünya düzeni inşa edildi. Osmanlı İmparatorluğu dağıldı, birçok sancılı süreçten sonra Türkiye Cumhuriyetinin temelleri atıldı, cumhuriyet inşa edildi. İnşa sürecinde olaylar sonucu oluşan yanlış algılar ve abartılı refleksler devre girdi. Bin yıllık kardeşlik hukuku, ortak tarih, coğrafya, maddi, manevi kültür, kader birliği rafa kaldırıldı.
Devrimler adı altında Kürtler, Araplar ve dindar Türkler dışlandı. İvedi ve sert söylemlerle bu halklar rencide edildi. Ortak tarih, eserler, değerler, kazanımlar, anılar, hayaller, dengeler yerle yeksan edildi. Bu sert, antidemokratik depremlerin, küçüklü büyüklü artçıları oldu. İdamlar, sürgünler, hapisler, ölümler, yasaklar, baskılar, işkenceler birbirini ardın sıra izledi.
Toplumun bir kesimi, kapkara uzun bir kış mevsimi yaşadı. Adil, demokratik, insan haklarına dayalı, kuşatıcı, kapsayıcı hakkaniyetli bir çözüm aramak yerine stratejik ret, imha ve asimilasyon politikalarına hız verildi. Sözde padişahlık, saltanat, halifelik, dini kurumlar, yaşam tarzları kötüdür diye kaldırılmış ve yerine devrimler(!) yapılmıştı, lakin yerine ikame edilen yeni rejim, çok daha yıkıcı, yakıcı, yıpratıcı sonuçlar ortaya koymuştu. Bize giydirilen elbise, dar, sahte ve yabancıydı. Milli, gelenek, görenek, inanç değerlerimizle, kültürümüzle uyumlu, bize has değildi. Yurdumuzdan düşmanı attık, lakin kültürünü, değerlerini severek aldık, değişim yerine zamanla başkalaştık…
Ne yazık ki 1000 yıllık kardeşlik hukukuna dayalı ekosistemi yaşatan mayalar ya imha edilmişti ya felç edilmişti adeta. Çünkü biz; inanç, kültür ve tarih gibi birçok açıdan Batı’dan farklıydık, kendimize özgü değerlerimiz vardı. Asırlardır birlikte yollar yürümüş, zaferlere imza atmış, birlikte cenk etmiş, şehit, gazi olmuş, istiklal ve istikbal için cepheden cepheye koşmuş kadim milletlerin arasına fitneler, algılar, düşmanlıklar, kinler, büyük büyük acılar, tefrikalar, ektiler. Kendi ülkelerini işgal etmiş Batılı ülkelerin maddi, manevi kültürlerini aldılar, yaşadılar ve gururla tüm insanlara dayatmaya çalıştılar.
Yekvücut olan bu coğrafyaya kollarını, İsviçre’den, bacaklarını Almanya’dan, kalbini Fransa’dan, kafasını İngiltere’den… Nakil yaptılar. Bu organ nakli vücutla hiçbir zaman uyum sağlamadı, ontolojileri farklıydı, beden hep acılar çekti, uyum sağlayamadığı gibi, misyonunu da eda edemedi, edemeyecekti de. Cebren ve hile ilen acılar, zulümler; kan ve gözyaşı üzerine inşa edilmiş, hakka, hukuka, adalete aykırı hiçbir yapı sağlıklı ve uzun ömürlü olamazdı.
Kurtuluş savaşını, milli mücadeleyi kime karşı verdik, kimin kültürünü hayatımıza taşıdık, kimlerle dost olduk, on asırlık dostlara, kardeşlere neyi reva gördük! Tarih, ölümsüzdür, sesini kısamayacağımız bir güneş gibidir. Gerçeklerin fotoğraflarını, seslerini eksiksiz çeker, saklar, ortaya koymak için ciddi mücadeleler ortaya koyar, bir vakit ansızın kapkaranlık bulutların arasından ortaya çıkardığı gibi tüm yalancıların mumlarını söndürüverir.
Tarih; en iyi savcı, hâkim, avukattır, bellektir ahret ve dünya mahkemeleri için...