SON DAKİKA
hava
Advert
Google News

Hendek ya da Ahzab Savaşı (3)

Son Güncelleme :

2021-11-18 09:48:15

Hz. Peygamber, Yahudilerin bu entrikalarını ve tertibatını anladıktan sonra Sa’d b. Muaz’ı ve Sa’d b. Ubade'yi tahkikat icrasına memur etmiş, onlara “şayet Kurayzaoğulları anlaşmayı bozmuşsa bunu Müslümanlara münasip bir lisanla anlatınız da yüreklerine zaaf girmesin!” buyurmuştu. Hz. Peygamber’in memurları Kurayzaoğullarına giderek anlaşmaya riayet edip etmeyeceklerini sormuşlar ve onlar da; “Biz bir daha asla eski anlaşma durumuna dönmeyeceğiz. Bu terliğin ipini kestiğim gibi sözleşmeyi kesip attım” dedi ve Sa’d’a sövmeye başladı. Üseyd b. Hudayr; “Sen efendine sövüyorsun ey Allah’ın düşmanı; vallahi sen onun dengi değilsin. Allah’a yemin olsun ki, ey Yahudi'nin oğlu! Kureyş hezimete uğramış olarak geri dönecek ve sen evinin ortasında terk edileceksin. Üstelik sen Beninadir’i biliyorsun. Onlar bu beldede senden daha şerefli ve daha büyüktüler. Senin diyetin, onların diyetinin yarısı kadardır. Allah’ın, onların başına neler getirdiğini gördün. Benikaynuka’nın başına gelenleri de diyerek gözdağı vermeye başladı. 

     Öte yandan münafıklar ise dillerindeki zehirli iğneleriyle Müslümanların ümit torbasına saldırıp duruyorlardı. İşte bu ortamda iki seçenekten başka seçenek yoktu. Müslümanlar ya şereflice çarpışacak şehit düşecek, kendilerinden sonra evleri yağmalanacak, aileleri tutsak edilecekti. Ya da utanç içinde on sekiz yılın çaba ve emeğiyle oluşturulan ürünler rüzgâra savrulacak ve teslim bildirgesi imzalanacaktı. İşte bu ortamda Müslümanlar, yaklaşık kırk metrelik bölümü Kurayzaoğullarının ihanetiyle gedik veren bir hendeğe sahiptiler sadece!.. Müslümanlar tepeden tırnağa zor durumdaydılar!   

     Hz. Peygamber, öyle bir eylem planı hazırlıyor ki sanki düşman ondan daha çok azdı. Kazanacağı zafere olan inancında en ufak bir tereddüt bile aklına gelmiyordu. Tüm bu dezavantajlara rağmen tek seçenek, tedbirlerin eksiksiz alınmasıydı. Düşmanın muhalif kollarını etüt ettikten sonra, düşmanlarının homojen bir yapı arz etmediklerisonucuna vardı. Kureyş, dini ve siyasi köklü bir kinin sahibi iken bedevi Gatafan kabilesi ise salt yağma ve ganimet peşindeydi. Öyleyse düşmanın aynı olmayan kolları arasında ayrılık tohumlarının serpiştirilmesi gerekiyordu. 

     Böylece durumun maddi açıdan sürekli düşman kuvvetleri lehine gelişmesini gören Peygamber, Gatafanlıların komutanı Uyeyne b. Hısn ve Haris b. Avf’e bu birliği dağıtma karşılığında Medine hurma mahsulünün üçte birini vadetti. Gatafanlılar ise yarısını istiyordu.(İbn Ebi Şeybe) Hz. Peygamber, bunu Sa’d b. Ubade ve Sa’d b. Muaz ile istişare etti. Onlar da “Eğer bu semadan gelen bir emir ise, Allah’ın emrini yerine getir. Eğer emrolunduğun bir şey değilse ve sen arzu ediyorsan, baş-göz üstüne, yine yap. Eğer sadece bir görüş ise, vallahi onlar için bizde sadece kılıç vardır” deyip bu teklifin, taviz görülebilir endişesiyle, “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar cahiliye döneminde bizden bir hurmayı, ancak ya satın alarak ya da misafirlikte yiyebilirlerdi. Allah sizi bize gönderip bizi seninle şereflendirdikten ve seninle bizi hidayete kavuşturduktan sonra kalkıp onlara dünyalık mı vereceğiz? Vallahi onlara ebediyen ancak kılıç veririz. Bunun üzerine Peygamber, “Anlaşma yırtıldı(İbn Ebi Şeybe) dedi. 

     Bununla, Gatafanlar’ın, Kureyş yanındaki durumlarını sarsmak ve onları Kureyş’ten ayırmak için pazarlığa girişmesi, sonra da Kurayzaoğulları ile Kureyş ve müttefiklerinin arasını açan ve bölünmeyi temin eden harp taktiğinde, Peygamber’in siyasi olduğu görülmektedir. Yahudiler, bu savaşa katılmaları için Gatafanlılara, Hayber’in bir yıllık hurma ürününü onlara vereceklerine söz vermişlerdi. Gatafanlılar da buna çok sevinmişlerdi. Hz. Peygamber, Gatafan’ın bu sefere niçin katıldığını iyi biliyordu, bu sebeple onlara böyle bir teklifte bulunmuştu. Zira onları savaş alanına süren şey maldı. Gatafan’ın savaş alanından çekilmesiyle düşman içte bir gücünü kaybedecekti. Dahası diğerlerinin de maneviyatı bozulacak, kahramanca savaşmayacaklardı. Hz. Peygamber işte bu şekilde düşmanın gücünü kırmayı tasarlıyordu. Hz. Peygamber’in böylece düşman kuvvetlerinin zaaf noktalarının neler olduğu hususunu iyi araştırma neticesini de ortaya koyuyordu.  

     Kureyş Peygamber’in Gatafanlılarla görüşmesini bilmiş olmalı ki, aralarındaki güvene halel gelmesine yetmişti. Hz. Peygamber’in Gatafanlılara teklifi gerçekleşmemiş fakat Gatafan’ın şevk ve kararlılığını gevşetti, savaşma hevesini kırdı. Zaten uzun süren kuşatma sonucunda tahammülsüzlük ve sabırsızlık belirtileri baş göstermeye başlayan Gatafanlılar savaştan çekilmek için de bahane aramaya başladılar. Bundan dolayı komuta merkezinin stratejik hedefi düşman birlikleri içindeki unsurlardan bazılarını onlardan koparabiliyorsa koparmalı. Kopma olmuyorsa da güveni sarsacak propagandalar yapmalı, böylece Müslümanların şimdiki ve gelecekteki menfaatlerini göz ardı etmemeli. Bela ve sıkıntılara maruz kalan Müslüman nesiller bu metottan büyük dersler çıkarabilmeli ve bunlar yapılırken fetvaya ve istişareye azami derecede dikkat etmelidirler. 

     Hz. Peygamber’in bu anlaşmayı ashabının görüşü istikametinde iptal etmesi başarılı bir komutanın kendisiyle askerleri arasında sağlam bağlar bulunduğunu göstermek açısından önemlidir. Hz. Peygamber’in Gatafan liderleriyle yapmak istediği anlaşma menfaat ve zarar hesabı yapılarak karar verilmiş bir şeydi. Hz. Peygamber’in, “Ben görüyorum ki, Araplar bir tek yaydan size ok atıyorlar. Ben de, onları razı edeyim de onlarla savaşmayayım dedim(İbn Hişam) demesi de bunu göstermektedir. 

     Müslümanlar, herhangi bir bölgede soykırım tehlikesiyle karşı karşıya gelirse yahut güvenlikleri tehlike altında olursa, bu durumda para ödeme şeklinde bazı maddi tavizler verme hakları ortaya çıkar. Bu anlaşma vahiy olmadığı için bir içtihat olarak kabul görüp gerçekleşmemişse de Peygamber’in böyle bir muamelede sakınca görmemesi, zahiri olarak darda kalan Müslümanlar için, taviz gibi görülse de zamanın şartlarına göre geçerliliğini korumakta olup, her zaman için Müslümanlar kendilerini böylesi bir metotla sağlama alabilirler. 

     Kuvvet, gerçekte enerji uygulamaktan başka bir şey değildir. Ve enerji uygulamazsa değişim olmaz. Kuvvet kullanmaktan korkmak eylemsizlik içinde boğulmak demektir. Asıl önemli olan soru, değişim için kuvvet kullanıp kullanmamak değil, kuvvetin saldırgan olmadan nasıl kullanılacağıdır. Yüz savaşta alınmış yüz zafer en büyük beceri değildir. Karşı tarafın ordusunu savaşmadan ele geçirmek en büyük beceridir. Vesselam 

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

DİĞER YAZILARI