USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

SEVGİ EKSENLİ İYİLİK

SEVGİ EKSENLİ İYİLİK

İslam düşünürlerine göre sevgi; Doğal (Tabii) ve İradi (İsteğe bağlı) olmak üzre ikiye ayrılır. Doğal sevgi, doğuştan edindiğimiz sevgidir. İradi sevgi ise, sonradan kendi irademizle ve çabamızla edindiğimiz sevgidir. İnsanların kendi çocuklarını sevmesi, Bir koyunun kuzusunu, bir tavuğun yavrusunu sevmesi doğal sevgiye en iyi örneklerdir. Kişinin anne/babasını sevmesi ise, iradi sevgi grubunda mütalaa edilir.

Müfit Selim Saruhan, “İnsanın yapması gereken şey, gücü ölçüsünde Yüce Yaratıcının esmasına benzemeye gayret etmesidir. Adalet, her şeye hakkını vermektir. İslam düşüncesinde; tevhid inancın, mantık düşüncenin, sağlık bedenin, ahlak ise davranışlarımızın adaletidir. İman, tevhid ile buluşunca imanın adaleti ortaya çıkar. Tevhidin olmadığı bir yerde zülüm, kötülük, kaos ve kargaşa vardır. Tevhide dayanmayan bir iyilik, sadece menfaat ve kısa süreli bir lezzet olarak kalır. Tevhid bilinci, iyiliğin gerçek ve hakiki kaynağının bilincinde olduğundan iyiliğin bireyden aileye, aileden topluma yaygınlaşmasının çabası içinde olur.” diyerek, İman-tevhid-iyilik korelasyonunu veciz bir şekilde orta koymuştur.

Genel olarak bakıldığında insanın dört temel çabası vardır. Bunlar; beslenmek, üremek, barınmak ve anlamak şeklinde sıralanabilir. Beslenme, üreme ve barınma çabası, bütün canlıların ortaklaştığı çabalardır. Ancak olayları ve olguları anlama çabası insana has bir çabadır. Hiç kuşkusuz, “Anlamaya giden yol bilgiden, davranışa giden yol da anlamadan geçer. Anlamak, inanmayı kapsar. İnsanın beslenip ürediği, barındığı ve anlamaya çalıştığı ortamın adı hayattır.” Bu hayatı anlamlandırmak, bizim elimizdedir. Hayatı anlama, anlamlandırma, kavrama ve algılamadan koparak sadece beslenme, üreme ve barınmaya odaklanmak, yaratılış serüvenimize aykırıdır. Kelimelerle konuşan, kavramlarla düşünen ve duygularla yaşayan insan, bu yolculukta, iyilik ve anlam üzerine hayatını inşa etmesi gerekmektedir. Zira insanın en büyük kaybı, anlam kaybıdır. Varlığının, varoluşunun anlamını, güzelliğini, tasavvurunu ve hikmetini yitirmesidir. Bu anlam kaybı, bizleri diğer canlıların seviyesine indirir. Merhamet, adalet, nezaket, nezahet, iyilik ve güzellik gibi bizi “Biz” yapan bu temel değerler, hayatımızdan çıkınca “İnsan” vasfımızı yitirmiş oluruz. Tolstoy’un  dediği gibi, “Acı hissediyorsan canlısın, başkasının acısını hissediyorsan insansın.” Tersinden düşünelim: Bir mazlumun, bir mağdurun acısın hissetmeyen bir kişi nasıl bir duruma düşer? Bugün Gazze’de yapılan katliamların, soykırımların acısını duymayan, “Bana ne bunlardan?” diyen birisinin düştüğü durumu hayal edebiliyor muyuz?

İnsanların hayat serüveninde iki türlü ihtiyaçları vardır: 1.Biyolojik ihtiyaçlar, 2. Manevi ihtiyaçlar. Bütüncül bir yaklaşımla yaklaşarak, biyolojik ihtiyaçlarımızı gidermemiz nasıl bir gereklilikse, manevi ihtiyaçlarımızı karşılamamız da öyle bir gerekliliktir. Bu iki ihtiyaçtan birini karşılayıp, diğerini ihmal etmemiz, parçacı bir yaklaşımdır. Parçacı yaklaşımlar, hakikatı parçalar. Parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar. Parçacı yaklaşım, bütünü görmemizi engeller. Bütüncül yaklaşımlar, bütünü görmemizi sağladığı gibi hayatı anlamamızı, algılamamızı ve kavramamızı da sağlar.

Hayatı anlamlı kılmanın yolu; sahip olduğumuz tüm organların ihtiyaç duyduğu besinleri vermektir. Örneğin acıktığımızda yemek yeriz, susadığımızda su içeriz. Yeme ve içme ihtiyacımızı giderince, midemiz ikna olur, inşa olur ve ihya olur. Midemiz lisan-ı hal ile bize teşekkür eder. Peki insan sadece mideden oluşan bir varlık mı? Hayır. İnsanın Kalbi var, aklı var, ruhu var, ve benzeri diğer organları var. Her bir organın gıdası farklı ve kendi cisindendir. Kalbin gıdası iman, irfan ve sevgidir. Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, “İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür! İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” Dolayısıyla Yüreğimizi; iman, irfan ve sevgi ile beslememiz hayati derecede önemlidir. Aklın gıdası ilim ve Ruhun gıdası da manevi değerlerdir. Aklımızı ve ruhumuzu beslendikleri gıdalardan mahrum bırakırsak hayatı anlamlı kılmamız mümkün değildir. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşımla; nasıl ki, midemizin temel gıdası olan yeme ve içme ile ikna, inşa ve ihya ediyorsak, ayni şekilde; kalbimizi, iman, irfan ve sevgiyle, aklımızı, ilimle ve ruhumuzu da manevi değerlerle ikna, inşa ve ihya etmek durumundayız. O zaman hayatı anlama, kavrama ve algılama noktasında, “İnsan” olmanın gereğini yerine getirmiş oluruz.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ