İnsan ilişkilerinde ya da sosyal ortamlarda artık “nasılsın?” sorusundan hemen sonra “çok yoğunum” tepkisiyle karşılaşır olduk. Artık pek çok kişi; karşısındaki kişinin ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilmek dahi istemiyor. Dinliyor gibi gözükse bile sadece –mış yapıyor. Diyaloglarda dahi amaç konuşanı dinlemek ve anlamak değil, kendi konuşmasını başlatmak için sıranın kendisini gelmesini beklemek oluyor çoğu zaman.
Çevremizdeki herkes kendi iş ve özel hayatının yoğunluğundan, hayattaki yüklerinden ve ağırlığından bahseder oldu artık. Her şeye yetişmeye çalışan insan kendini daha fazla yormakta ve günün sonunda “aslında bu kadarına da gerek yoktu” öz eleştirisi ile karşı karşıya kalmaktadır. Hal böyle iken her şeye yetişme telaşı, kişiyi olay ve durumları anlamlandırma çabasından uzaklaştırmaya, duyguları yönetmesini zorlaştırmaya itebilmektedir. Günlük yaşamdaki sürekli hareketlilik ve hız, kişiyi hızlı düşünmeye, hızlı yemeye ve her işinde gereksiz bir telaşa sürüklemektedir. Günün sonunda kendini bile ihmal eden birey, bir başkasına dokunamamış, keyifli olması gereken sohbetler yüzeysel hep yüzeysel kalmıştır.
Kendi istek ve hevesleri tatmin ederken çevresindeki herkesi araç olarak gören bir kişi maalesef o kişileri değersiz hissettirmekte ve onları istediği şekilde yönetebileceğini düşünmektedir. Aslında bu kişilerde narsistik kişilik bozukluğu gibi derin patolojik durum yoksa geçmiş yaşantılarında yetersizlik duyguları sonucu oluşan üstünlük kompleksinden bahsedebiliriz. Bu durumda sürekli fedakârlık yapan, sınırları çizemeyen kişi için oldukça zor bir durumdur. Çünkü sınır koyamadığını için pek çok şeye evet demek zorunda kalmakta ve yaptığı fedakârlıklar bir süre sonra o kişinin görevi haline gelebilmektedir. İçine atıp söylenemeyen her söz gün ve gün büyümekte ve derinleşmektedir. Bu şekilde sağlıksız bir yol seçen birey çoğu zaman bu duygusal yükün altında ezilmektedir. Bu da insan ruhuna ağır yükler yüklemekte ve duygusal yönden gerilimler meydana getirmektedir.
Danışanlarımla yaptığım pek çok görüşmede; danışanların gönül dünyalarında kızgınlıklar, kırgınlıklar ve hayal kırıklıkları görmekteyim. Bu olumsuz duyguların kaynağı kişinin bağ kurmaya çalıştığı diğer kişilerdir. Güvenmek ve ilişkilerde şeffaf olmak isteyen birey kapılarını sonuna açmakta ve o kişiyi olduğundan daha iyi bir yere konumlandırmaktadır. Bir süre sonra haksızlığa uğradığını, aslında o kişinin zannettiği gibi biri olmadığını anladığında ise bu sevgi ve bağ duygusu yerini hayal kırıklığına bırakmaktadır. Yani bir başkası tarafından üzülen, yıpratılan, haksızlığa uğrayan ya da duyguları acımasız şekilde manipüle edilmiş kişi bu olumsuz duygularla baş başa bırakılmaktadır.
Bazen kendi içindeki katlanamadığın bir acıyı veya öfkeyi (seni rahatsız eden duygusal bir yarayı), karşındaki kişiye yüklersin. Karşındaki kişi bir süre sonra bu duyguyu senin gibi hissetmeye başlar. Örnek verecek olursak kendisinde yetersizlik hisseden birinin, eşine ya çevresindeki kişilere sürekli "beceriksizsin, başaramıyorsun" diyerek onları yetersiz hissettirmesi gibi. Burada kişi, kendi yarasını başkasına nakletmiş olur. Savunma mekanizmalarını yoğun şekilde kullanan bireylerde duygusal manipülasyon yoğun gerçekleşir. Stresten ve istenmeyen durumdan kurtulmak adına bu tip yansıtma öreklerine çok sık başvururlar.
Kişinin bir başkasına duygusal yönden destek olabilmesi için öncelikle o kişinin iyilik hali içerisinde olması gerekmektedir. Kendi problemlerine sağlıklı çözümler getiremeyen bir birey maalesef etkileşim halinde olduğu bireylere bu durumu yansıtabilir, bulaştırabilir ya da kişinin var olan travmalarının şiddetini artırabilir.