“Artık hayattan eskisi gibi keyif almıyorum”, “Yaşama sevincimi kaybettim galiba.” Kısık sesle söylediğiniz, zaman zaman kendinize bile itiraf etmekte zorlandığınız bu sözleri işitir gibiyim. Son dönemlerde pek çok kişinin diline pelesenk olmuş, çevremizdeki kişilerden de sıklıkla duyduğumuz cümlelerdir aslında bunlar. Yapmaktan keyif aldığın pek çok şeyden artık sıkıldığını, harekete geçmek için kendini fazlasıyla zorladığını, sürekli evde kalmak istediğini ve sosyal çevrenle iletişime ve etkileşime geçmek istemediğini, hobilerini bile yapmaktan mutlu olmadığını biliyorum.
Ruhunun labirentlerinde dolaşan, zihninde ve yüreğinde adı konulmamış bir ağırlıktır yaşama sevincini yitirmek. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak bile anlamsız bir çaba haline gelir sana. Eskiden coşkuyla attığın adımlar, gezdiğin ve dolaştığın rengârenk parklar ve bahçeler; şimdi beton zeminlerde yankılanan, yorgun ve tekdüze seslere dönüşmüştür. Renkler solmuş, müzik notaları susmuş, dünya adeta grinin tonlarına bürünmüştür. Bu, bir hastalığın semptomu olmaktan öte, benliğinin ruhunun derinliklerinde yaşanan bir fırtınadır.
Bu fırtınanın en belirgin psikolojik unsurlarından biri, “anhedoni” adı verilen durumdur. Anhedoni, normalde keyif veren aktivitelere, olaylara ya da durumlara karşı duyarsızlaşma halidir. En sevdiğin, iştahla yediğin yemeğin tadı artık eskisi gibi sana hoş gelmez, en sevdiğin filmin sonu seni heyecanlandırmaz, muhabbet etmekten müthiş haz aldığın arkadaşın artık sana eskisi gibi cazip gelmez. Bir zamanlar yüreğinde kelebekler uçuşurken, bulunduğun her ortama renk katarken, artık tebessüm etmeye dahi enerjinin kalmadığını düşünürsün. Bu durum, sadece dış dünyadan değil, aynı zamanda iç dünyadan da kopuşun bir göstergesidir.
Diğer bir unsur ise gelecek algısının bozulmasıdır. Yaşama sevincini yitiren kişi için gelecek, umut ışığı barındırmayan, karanlık bir tünel gibidir. Hayatının belirli bir alanında karşılaştığı başarısızlık durumu ya da problemleri facialaştırma ve kendi başarılarını görmezden gelme, küçümseme eğilimi artmaktadır. Hayaller, hedefler ve planlar birer illüzyon haline gelir. "Ne anlamı var ki?" sorusu, zihinde yankılanan bir fısıltıya dönüşür. Bu durum, eylemsizliğe ve atalete yol açar; çünkü çabalamak için bir motivasyon kalmamıştır. Bu motivasyonsuzluk kişideki umut kırıntılarını da tüketmeye yeter durumdadır. Kişi eyleme geçmedikçe daha çok karamsar olacak, karamsar oldukça daha az eyleme geçecek ve zihnindeki kara bulutlar artmaya devam edecektir. Bu durumda kişiyi maalesef depresyona doğru sürükleyecektir.
Kişinin kendisini kaptırdığı bu kısır döngü çoğu zaman kendine yönelen eleştiri ve suçluluk duygularıyla beslenir. "Neden bu kadar güçsüzüm?", "Herkes bu kadar mutluyken ben neden hissedemiyorum?" gibi düşünceler, ruhsal acıyı daha da derinleştirir. Kişi, içinde bulunduğu durumdan kendini sorumlu tutar ve bu da bir kısır döngü oluşturur. Utanç duygusu, yardım isteme kapılarını kilitleyebilir. Kişinin kendisini aciz ve işe yaramaz hissetmesine neden olabilir.
Ancak bu durumun bir son nokta değil, bir geçiş süreci olduğunu unutmamak önemlidir. Herkesin yaşamında az ya da çok durağanlık dönemleri olabilmektedir. Yaşama sevincini yitirmek, psikolojik bir enkazın değil, ruhun onarılmayı bekleyen bir parçasının işaretidir. Bu süreçte bir uzmandan destek almak, meşguliyetler edinmek, sosyal etkileşimi artırmak o sessizleşmiş melodiye yeni notalar eklemenin en güçlü yoludur. Konuşmak, duyguları isimlendirmek ve bu ağırlığın kaynağını anlamak, yeniden o renkleri görebilmek ve müziğin ritmini hissedebilmek için atılan ilk ve en önemli adımlardır. Sen yeter çabalarını görmezden gelme, başardıklarını küçümseme ve içindeki sevincin solup gitmesine izin verme…
“KAYBETTİĞİM YAŞAMA SEVİNCİNİ TEKRAR NASIL KAZANIRIM?” İsimli Yazımla Haftaya Buluşmak Üzere…