Medeniyetimiz bir su medeniyetidir, bir söz medeniyetidir ve bir kalb medeniyetidir. Zira su; ab-ı hayattır, hayat suyudur, hayatın membaıdır, kaynağıdır. İnsanlık tarihinde Sözün gücü hep olagelmiştir. “Aklın süsü dil iken, dilin süsü sözdür”. Dolayısıyla söz dili, dil de aklı taçlandırır. Üslubumuzu düzenleyen, dengeleyen dildir, sözdür. “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır.” der Sadi Şirazi. Sözlerimiz; İlime, bilime, hikmete, irfana ve tasavvura dayalı olursa, insanlığın hayran kaldığı medeniyetimizin fesahat ve belagat dili ortaya çıkar. Ve medeniyetimiz, bir kalb medeniyetidir, dedik. Zira, “Geçmişin bilgeleri kalbin ancak dikkat ve niyet etmekle dönüşebileceğini söylüyorlardı. Kalbimizle görebilir, kalbimizle düşünebilir, kalbimizle hüküm verebilir ve nihayet onunla yaşayabilirdik.” der bir bilge kişi.
Prof.Dr.Kemal Sayar,” Son yıllarda yapılan çalışmalar kalbin düşündüğümüzden daha akıllı olduğunu gösteriyor. Kalp beyinden sinyal alıyor evet, ama kendisi de vagus siniri yoluyla beyne bilgi gönderiyor. Beyne gönderdiği sinyallerle beynin entelektüel işlevleri yerine getiren bölümünü uyarabiliyor veya tamamen devre dışı bırakabiliyor. Kalp kendi hormonlarını üretip vücuda bırakıyor, beyinden binlerce kat daha güçlü bir manyetik alan yayıyor. Kalbin üzerinde yer alan kırk bin sinir hücresi, tıpkı beyin gibi yapılanıyor. Kalbin beyni, kendi dopaminini salgılayabiliyor. Bu sinirsel iletici, davranışlarımız üzerinde kuvvetli etkileri olan bileşik.” diyerek kalbin fonksiyonlarını ve beyinle olan ilişkisini, bilimsel bir perspektifle açıklamaktadır. Kısacası Kur’an-i kerimde geçen, “Akleden kalp” kavramı en veciz şekilde ve bilimsel formatta açıklanmaktadır.
Toplumda sıkça kullanılan, “Kalp kırmak, Kalbin gözyaşları, kalp ağrısı, gönül yarası” gibi kavramlar, kalp medeniyetinin ne kadar köklü esaslar üzerine inşa olduğunu göstermektedir.
Medeniyetimiz, insan merkezli bir medeniyettir. İnsanı merkeze alan bir anlayışla hayatı inşa eder. Zira, “ İnsan natık bir varlıktır. Natıkın nutku mantıklı olmalıdır.” Yani, insan konuşan bir varlıktır. Konuşanın konuşması mantıklı olmalıdır. Mantığı dışlayan hiçbir yaklaşım kabul edilemez.
Medeniyetimiz; akıl- kalp birlikteliğini önemser ve esas alır. Bu yaklaşım tarzı, bütüncüldür. Bütüncül yaklaşımlar; ilmidir, bilimseldir. Aklı esas alıp, kalbi dışlayan ya da kalbi esas alıp, aklı dışlayan yaklaşımlar, parçacı yaklaşımlardır. Parçacı yaklaşımlar, bilimsel olmaktan uzaktır ve hakikati parçalar. Parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar.
“Som akıl insana kılavuzluk edemez. Böler, ayırır, çözümler. Bütünü göremez, yapısı gereği böler ve ayrıştırır. Dolayısıyla, tek başına iyinin ve kötünün ilkelerini sağlamaz. Ancak kalbin olma ve bilme biçimlerine teslimiyet iledir ki, insan insana ve tabiata merhameti öğrenir” der Sayar.
Kalbin temel karakteristik bir özelliği vardır, o da hatırlamaktır. Kaybedilmiş, unutulmuş ve görmezden gelinmiş olanı hatırlamak. Hatırlamak, beraberinde vefayı, merhameti kuşanmayı sağlar. Günümüz dünyasında, merhamet, vefa, diğerkâmlık, hasbilik gibi temel insani özelliklerin varlığından söz edilemiyorsa, Akıl- Kalp dengesinin bozulduğunu ve kalbin devre dışı bırakılarak, yok sayılarak parçacı bir yaklaşımla hayatın inşasına çalışıldığını göstermektedir. Bu yaklaşım tarzının, insanlığın felaketine zemin hazırladığını göstermektedir. Oysa insanlığın huzura, refaha, sükûnete, mutluluğa ihtiyacı vardır. “Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiçbirimizin kurtuluşu olamaz” temel evrensel ilkeyi, insanlığın merkezine almak durumundayız. Sahip olduğumuz değerler, potansiyellerimiz ve zenginliklerimiz bunu sağlamaya yeterlidir.
Sokrat, “Önemli olan dünyada çok şeye, çok mala sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır” diyerek, erdemli bir hayatın nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
İnsan merkezli ve bütüncül bir yaklaşımla, olayları ve olguları değerlendirmek, her türlü hırstan, açgözlülükten, tamahkârlıktan ve dünyevileşmekten sakınarak, kocaman bir yürekle; merhameti, diğerkâmlığı ve hesabiliği değil hasbiliği kuşanarak insanlığa yepyeni bir dünyayı muştulamak makamındayız.
Geleceğimizi inşa ederken; planlarımızı, programlarımızı, projelerimizi ve projeksiyonlarımızı bu bütüncül perspektifi dikkate alarak ve uzun farları yakarak hayata geçirmeliyiz. Geleceğe dair planı, projesi ve projeksiyonu olmayanın geleceği olmaz. “İki günü eşit olan zarardadır” kutlu sözünün gereği olarak sürekli ileriye doğru adım atmamız, çalışmamız ve çabalamamız gerekmektedir.