?>

KADINA YÖNELİK ŞİDDETE ELBETTE HAYIR

Nizamettin İzgi

10 saat önce

Kadına yönelik şiddete elbette “hayır” demek hem insani hem vicdani bir zorunluluktur. 25 Kasım, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olarak anılıyor. Valiliklerden jandarmaya, sosyal hizmet birimlerinden gönüllü kuruluşlara kadar birçok kurum bugün özel etkinlikler düzenliyor; kadınlar hakları konusunda bilgilendiriliyor. Söylenen her sözün, verilen her mesajın ortak bir noktası var: Kadına yönelik şiddet hiçbir sebeple kabul edilemez, insan onuruyla bağdaşmaz ve faili kim olursa olsun hukuken karşılığını bulmalıdır. Hiçbir kadın aşağılanmayı, tehdit edilmeyi, hor görülmeyi hayatının bir parçası olarak kabullenmek zorunda değildir. Bu konuda toplum olarak hemfikiriz.
Fakat hepimiz biliyoruz ki, aile içi çatışmaların, kadın–erkek ilişkilerindeki güvensizliklerin ve sosyal hayattaki kırılmaların yalnızca cezalarla çözülemeyeceği bir gerçektir. Şiddeti asla meşrulaştırmadan, bazı erkeklerin ya da babaların hangi çıkmazlara, hangi duygusal sıkışmışlıklara sürüklendiğini de anlamaya ihtiyaç var. Çünkü mesele sadece cezayı vermek değil, toplumu daha sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, güveni yeniden tesis etmek, aileyi ayakta tutmak ve gençleri koruyacak ortak bir bilinç oluşturabilmektir.
Pek çok aile özellikle ergenlik dönemindeki çocuklarıyla ciddi zorluklar yaşıyor. Riskli ortamlara yönelen, eve geç gelen, arkadaş çevresi konusunda ailelerini kaygılandıran gençler karşısında ne yapılması gerektiği çoğu zaman belirsizleşiyor. Bir anne ya da baba çocuğunu koruma içgüdüsüyle tepki verdiğinde bunun nerede “terbiye”, nerede “şiddet” sayılacağı somut olaya göre değişebiliyor. Bu belirsizlik, aile içinde hem gençlerde hem ebeveynlerde güvensizlik yaratabiliyor. Kimi zaman öfke anında ya da yanlış yönlendirmeyle yapılan bir ihbar, olayın tam olarak anlaşılmadığı durumlarda aileyi sarsan uzaklaştırma kararlarına yol açabiliyor. Reşit gençlerde de benzer bir gri alan var; ebeveynin koruma amacıyla koyduğu sınırlar hukuken müdahale olarak değerlendirilebiliyor. Tüm bunlar toplumda tartışma yaratan önemli bir gerilim hattı oluşturuyor.
Benzer şekilde, bir kadın ve erkek arasındaki bir tartışmada beyanın tek başına belirleyici olması da bazı kesimlerde tereddüt doğuruyor. Elbette kadınların hak arama yollarına çekincesiz başvurabilmesi hayati önemdedir ve bu kazanım geri döndürülemez. Ancak kötü niyet, yanlış yönlendirme ya da kişisel husumet gibi istisnai durumlarda sistemin adil işleyip işlemediği sorusu da dile getiriliyor. Hem kadınları koruyan hem de olası suistimallere karşı adil bir denge kuran bir yapıya ihtiyaç duyulduğu açık.
Tüm bu tartışmalar, aile yapısındaki kırılmalarla birleştiğinde daha geniş sonuçlara yol açıyor. Güvensizliğin arttığı, ilişkilerin zedelendiği bir toplumda evlilik oranları düşüyor, kadın–erkek arasındaki karşılıklı anlayış zayıflıyor. Bu durum hem bireysel mutluluğu hem toplumsal değerleri hem de aile bütünlüğünü olumsuz etkiliyor. Toplumsal çözülmelerin fuhuşa, suça veya başka sosyal sorunlara zemin hazırladığını söyleyen ciddi bir kesim de var. Dolayısıyla mesele yalnızca hukuki düzenlemelerden ibaret değil; geniş bir sosyolojik alanı ilgilendiriyor.
Bütün bunları ifade ederken tekrar belirtmek gerekir ki kadına yönelik şiddet konusunda en küçük bir taviz olamaz. Ne öfke, ne töre, ne “koruma” bahanesi bu suçu hafifletemez. Şiddet suçtur ve hukuk karşısında mutlaka cezalandırılması gerekir. Ancak toplumu iyileştirmek için hukuki yaptırımların yanına eğitimi, aile danışmanlığını, sağlıklı iletişim kanallarını, gençlere yönelik sosyal destekleri ve ebeveynlere rehberlik edecek mekanizmaları koymak şarttır. Ceza sorunun görünen yüzünü çözebilir; fakat görünmeyen sebeplerle yüzleşmeden huzuru kalıcı hâle getirmek mümkün değildir.
Bugün 25 Kasım vesilesiyle kadınların güvenliğini ve haklarını konuşurken, toplumun bütününü etkileyen bu karmaşık sorularla da dürüstçe yüzleşmek zorundayız. Ahlaki değerlerimizi, aile bağlarımızı, karşılıklı sorumluluk duygumuzu ve hukuka olan güvenimizi aynı anda koruyabilmenin yollarını aramalıyız. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bu topraklarda huzur içinde yaşamak istiyorsak; suçlamadan, kutuplaşmadan, birbirimizi anlamaya gayret ederek bu sorunları cesaretle ele almak hepimizin görevidir.
Hoşça kalınız.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI