Değerli okuyucularım, bugün sizlerle farklı bir yazı paylaşmak istiyorum. Lütfen bu satırları yazarken samimiyetimi hissedin ve beni eleştirmeyin. Çünkü bu kez konumuz ne şehirdeki bir sorun ne de toplumsal bir mesele… Bu kez biraz kendimden, bir yolculuktan söz edeceğim.
20 yaşımdan beri düzenli olarak gezen biriyim. Türkiye’nin hemen her şehrini gördüm; sadece dört il kaldı gitmediğim. Bununla da kalmadım; bugüne kadar elliden fazla ülkeyi gezdim. Kimi zaman cebimden, kimi zaman sponsorların desteğiyle çıktım yollara. Her seyahat, bana yeni bir bakış açısı kazandırdı. Bir ülkeyi bitirir bitirmez, bir sonrakinin hayalini kurdum. Çünkü gezmek, görmek, öğrenmek benim için bir yaşam biçimi haline geldi.
Son Amerika seyahatinden döndükten birkaç gün sonra, eski Batman Medical Park Hastanesi’nin değerli doktorlarından Mahmut Akdağ beni Fethiye’den aradı. Halimi hatırımı sordu, seyahatin nasıl geçtiğini merak etti. Sohbetimiz sırasında, “Hocam, eskiden ne güzel birlikte gezerdik. Sen Batman’dan gidince unuttun beni. Bir daha bir yere gidersen haberim olsun,” dedim. O da gülerek söz verdi.
Ertesi gün İstanbul’dan Dr. Utku Bey aradı. Mahmut Hocam’ın isteği üzerine aradığını, üç doktor olduklarını ve beni de bu gezi ekibine dahil etmek istediklerini söyledi. Henüz nereye gideceğimizi bile sormadan “Elbette katılırım!” dedim. Sonra öğrendim ki rotamız Madagaskar’mış!
Adını çok duyduğum ama hiç gitmediğim, kırmızı topraklarıyla meşhur, lemurların anavatanı olan bu egzotik ada… Hint Okyanusu’nda, Afrika’nın doğusunda yer alan, 31 milyon nüfuslu, Türkiye’nin üçte biri büyüklüğünde bir ülke. Baharatlarıyla ünlü, tropikal iklimiyle cezbedici bir yer. Belgeleri gönderip hazırlıkları tamamladık ve dört kişilik ekibimizle tura dahil olduk.
Kısmetse, siz bu satırları okurken ben 14 saatlik bir uçuşun ardından Madagaskar’a doğru yolda olacağım. Macerayı seviyorum. Farklı, uzak, biraz da gizemli yerler hep ilgimi çekmiştir. Bu yüzden bu yolculuğun bana yeni ufuklar açacağına inanıyorum. Elbette sizler için de bol bol fotoğraf ve video çekeceğim.
Hazırlıklarımız sürerken İstanbul’da biriyle tesadüfen tanıştım. Sohbet sırasında Madagaskar konusu açıldı. “Benim bir yakınım her yıl oraya gider,” dedi. “Kılıç balığı avlarlar. Yakaladıkları 8-10 kiloluk balıkları geri denize bırakırlar, 40-50 kiloluk olanları ise yerel halka hediye ederler.” Bu sözleri duyunca o ülkenin doğayla, insanla, denizle kurduğu bağ beni daha da etkiledi.
Gezimizin programı oldukça dolu. Önce başkent Antananarivo’ya ineceğiz. Üç gün boyunca şehri ve çevresini gezeceğiz. Ardından 1,5 saatlik iç hat uçuşuyla ülkenin diğer ucuna gidip farklı bölgeleri keşfedeceğiz. On gün boyunca Madagaskar’ın kültürünü, doğasını ve insanlarını yakından tanıma fırsatı bulacağız.
Bize “Yemek sıkıntısı yaşamayacaksınız” dediler. Çünkü ülkede bol tropikal meyve ve deniz ürünü varmış. Yine de bavula birkaç önemli şey koymamız gerektiği söylendi: sivrisinek kovucu ilaç, yüz kremi, şemsiye, güneşten korunmak için şapka ve gözlük, bol ve rahat giysiler, yürüyüşe uygun ayakkabılar…
Her seyahat bir hikâyedir; her yol, insana yeni bir şey öğretir. Bu kez o hikâyenin adı Madagaskar. Döndüğümde, bu gezinin tüm anılarını sizlerle paylaşacağım. Belki siz de okurken benimle birlikte o egzotik adanın sokaklarında dolaşır, kırmızı topraklarına basar, lemurların sesini duyar gibi hissedersiniz.
Hoşça kalınız.